Anasayfam Yap | | | RSS | | | Sitene Ekle | | | Mobil |
Sabahattin İZCİOĞLU -
sabahattin_izcioglu@hotmail.com 50 YIL SONRA 05 Aralık 2019 - 26800 okunma |
Eskişehir Gençlik Hal Merkezin’de, Antov Cehov’un Vişne Bahçesinde’ki tiyatro eserinde; dağılan aile bireylerinin ve yakınlarının yıllar sonra bir araya gelmesi gibi toplanmaya başladık. Hemen hemen masaların çoğunda kimi gençlerin ders notlarını yazdığı kimi gençlerin sohbet ettiği kafelerin bulunduğu bu merkezde en gencimiz 68 yaşında olmak üzere aralarından geçerken sanki gençlere nispet eder gibiydik. Karşıdan gelenin aaa.. Bu o arkadaş mı? Nidaları arasında her yeni geleni karşılayıp el sıkışıp sarıldıktan sonra gelenin şaşkın ve meraklı bakışları arasında her iki taraf kendini tanıtırken tanışma anında ilk gelen daha sonra gelenin yüzüne portre yapan bir ressam gibi dikkatlice bakıyordu. Hatta bakarken geriye çekilip en son 50 yıl önceki tanıdığı yüzden bir şeyler yakalamak için gözlerini beyin sinirleriyle birlikte yoğunlaştırıyor, beyin nöronlarını da devreye sokup, aracılığı ile beynindeki anıların ve duyguların olduğu yere araştırma sinyalleri gönderiyordu. Böylece yüzdeki değişmeyen en vefakar organ olan gözler 50 yıl öncesinin tanıklığını yapıyordu. Yumak gibi olmuş karmakarışık bir hayatın içinden gelen bizlerin yüzlerindeki ifadeler, yüz çizgileri, saçlardaki aklar, seyrelmeler yılların bir duvar takvimine yansıması gibiydi. Belki kimimiz hayatın kıymetini bildi, kimimiz bilmedi ama bilsekte bilmesekte bu 69-70 yıllık hayatın köşelerinde kim bilir ne hazineler saklıydı. Yüzlerdeki derin çizgiler, saçlardaki her beyaz tel bu zenginlikleri, yaşanmışlıkları temsil ediyordu. Gençliğin hay huyu içinde hayatın böyle bir şey olacağını hangi birimiz bilebilirdi. Önceden belirlenmiş bir hayatı yaşayan var mıdır? Hiç zannetmiyorum, her ne kadar içinde yaşadığımız toplumun zihinsel mirasını yaşasakta, her birimiz, yaşarken önümüze çıkan engelleri doğrularıyla, yanlışlarıyla aşarak geldik bugünlere. Bunun yanında geçmiş hiç unutulmadığı gibi insanın peşini de bırakmıyor. Sohbetler derinleştikçe tekrar tekrar o sıradan gençliğimize geri dönüp baktığımızda ne kadar hoş özgür, tatlı, renkli yanları olduğu kadar hüzünlü, dramatik yanlarını olduğunu da gördük. O çocukluk ve gençlikte varoluşlarımızın çelişkilerini bilmeden yaşamın kucağında hayatı, sevmeyi, sevilmeyi, dövüşmeyi nasıl öğrendiğimizi de dile getirdik. Her ne kadar otoriter bir cumhuriyet döneminin çocukları olarak büyüdüysekte hiç birimizin içinde cumhuriyetcilik, laiklik, özgürlük mayası özde hiç sönmemişti. Hele de Eskişehir gibi ülkemizde özel bir yeri olan kentte halkıyla birlikte bir nebze de olsa özgürlük havası almak herkese iyi geldi. Sadece bize değil, bir yerde bulundukları şehirlerin AVM’lerine kapatılan, hapsedilen ve buradan kaçan insanlar da Odun Pazar’ın sanat ve kültür sokağına dönüşmüş her yerinde ve şehrin başka bölgelerinde özgürlüğün ruhunu hissediyor ve özgürlük havasını alıyorlardı. Bunun yanında Müzeleri, atölyeleri dolaşarak estetiğin, sanatın inceliklerini izleyerek büyük bir keyif alıp bir nebze de olsa içinde bulundukları bildik ezberlenmiş, iç karartıcı, karamsal havalardan kurtulup moral buluyorlardı. Milan Kundura’nın ‘’hayat ancak hafızaya düştüğü zaman anlam kazanıyor’’ dediği gibi bizlerde en azından iki günde olsa yaşamı hafızaya düşürerek yaşama anlam kazandırdık, ruh verdik. Bir yazarın dediği gibi ‘’Ruh derinin altında yatan bir şey değil bedenlerin arasında dolaşan birbirimize doğrudan dokunup buradayım dememizi bekleyen’’ bir şey olduğuna göre az çok bu da gerçekleşti. Çoğu insanın, hele de bizim yaşlardaki insanlar için hayat sıkıcılaşmış, pasifleşmiş, eskimiş, eski parlaklığını yitirmiş gibi görünmesine rağmen buluştuğumuz insanlarımızda hala içlerindeki sönmemiş kor ateşinin varlığı açıkça görülüyordu. Hayatın, insanın bu kadar değersizleştiği dönemde buluşup değer oluşturmak güzeldi. Daha nice günlerde buluşmak dileği ile. Eskişehir Atatürk Lisesi 1968-1969 yılı 6/A Fen sınıfının 50 yıl sonra buluşması. SABAHATTİN İZCİOĞLU |
Yorumlar
(0):
|
Yorum Ekle |